Kullanıcı girişi
Ara
Avusturya'da Çıkan Yeni İslam Yasası ve Aleviler -10 (Makale)


☾☆ Avusturya'da Çıkan Yeni İslam Yasası ve Aleviler (Tüm Bölümler) ☾☆
AVUSTURYA’DA ÇIKACAK YENİ İSLAM YASASI VE ALEVİLER – 10
Avusturya’da basının İslami çevrelerle ilgili verdiği haberlerde, çıkarılacak İslam yasası ile bu kesimlere bir takım sınırlamaların getirileceğini daha önce değinmiştik. Aradan bir hafta geçmeden basın peş peşe çok önemli gelişmelere yer verdi. Bunlardan biri okullar, diğeri de Kültür merkezleri ile ilgiliydi.
Basın Avusturya’da bir Çeçen okulunun hemen, diğerinin de sömestr sonu kapatılacağının kesin olduğunu bildirdi. Diğer önemli haber de birkaç yıl önce açılan Vahabi Kültür Merkezinin kapatılacağı oldu.Avusturya Halk Partisi’nin desteği, İspanya, ABD ve Vatikan’ın onayı ile diplomatik dokunmazlığa sahip ’’Dinler arası Diyalog Merkezi“ olarak bilinen ‘’Kral Abdullah Bin Abdülaziz Uluslararası ve Kültürlerarası Diyalog Merkezi’’nin kapatılacağı bizzat Dış İşleri ve Entegrasyondan sorumlu bakan Sebastian Kurz’un açıklamalarına dayanılarak duyuruldu. Bütün bunlar Avusturya dahil, AB ülkelerinde ciddi değişimlere gidileceğinin işaretleri olarak kabul edilebilir.
Basın ve kamuoyu, kendilerini İslam olarak beyan eden Alevilerle ilgili hiç bir olumsuz habere yer vermemektedir. Alevilerin sayısının azlığı, sermaye birikimlerinin sınırlılığı, kadroların yetersizliği gibi verileri göz önüne alarak Alevileri dehdit kapsamı altında görmüyor. Ancak Sünni İslam cemaatlerine olan tepkilerin Alevi kesime dönük olmayışının esas nedeni bunlar değildir. Aleviler gerek Avusturya’da ve gerekse diğer AB ülkelerinde ‘’Cihad ve şiddet’’ içeren söylemlere tamamen karşılar. Ayrıca AB’nin standardları olarak düşünülen, kadına yaklaşım, eğitim, dinsel geleneklerle Entegrasyon’da (Uyum) sorun teşkil etmiyorlar. Gerçi Aleviler tarafından da almanca yerine anadilin öncelikli konuşulması, güncel hayatta kısmen sorun teşkil etse de bu tüm yabancılara özgü bir durumdur. AB üyesi Balkan ülkelerinden gelen ve bir kısmı Avusturya vatandaşı olmuş yabancı kökenlilerde de bu sorun vardır ve ancak belki birkaç nesli kapsayacak eğitim proğramları ile zamana yayılarak uyumun sağlanacağı düşünülmektedir.
Aleviler, çıkacak yasaya genelde karşı olmadıklarını basın aracılığı ile de beyan ettiler. Bunun bir kısım İslami kesimlerde rahatsızlık uyandırdığı pek çok açıdan dışarı yansımaktadır. İslami çevreler daha birkaç ay öncesine kadar Avusturya sisteminde etkin destek görürken şimdi bu desteğin bir kısmının Alevilere kaymasından hoşnut olmamakla birlikte bunun derecesini açıkça ifade etmekten kaçınıyorlar. Şu bir gerçek ki memnuniyetsizliğin ifade biçimi eğer dozunu aşarsa, bunun da İslam yasası kapsamında önüne konacağının farkındalar.
Yukarıda görülen şema Ocak sonlarında Washingtonpost (ABD) yayınlandı. Şemaya göre Suriye’ye cihad’a katılan teröristlerin ülkelere göre dağılımları görülüyor. Ancak şema aktüel değil. Gerçek sayılar daha da fazla. Avusturya emniyetine göre Avusturya’dan 168 kişi Cihad’a gitti ve bunlardan 78 kişi geri döndü. Geri dönenler ise iki ayrı guruba ayrılıyor. Bir kısmı gidip orada yaşanan barbarlıklara ortak olduktan sonra pişmanlık duyup geri dönenler, diğer bir gurup ise hem AB ülkelerinde terör yapmak, hem de Cihad’cı yetiştirip göndermek için döndükleri ifade ediliyor. Cihad’cılar kendi içinde ayrıca birkaç ayrı gurup oluşuyor ve bunların içinde en tehlikeli görülenler Çeçenler olarak ifade ediliyor. Türkiye’den gelen İslami çevreler içinde ise Cihad yanlıların fazla olmadığı ifade ediliyor. Avusturya devleti Suriye’den gelen Cihad’cıların ülkede tehdit oluşturmaması için önlemlerini arttırmakla meşgul.
Avusturya’da görülen durumun benzeri diğer pek çok AB ülkesinde de görülüyor. Dolayısı ile cihad yanlısı terör, AB’nin ortak sorun olduğundan, bununla ilgili önlem ve mücadeleler de ortak yapılmak durumunda. Bu kapsamnda AB’nin Alevilere ilgi duyması, Alevi inancını benimsemekle fazla alakalı değil. AB’nin mevcut politikalarında köklü bir değişiklik yok. Örneğin BOP projesinden tamamen vazgeçilmiş değil. Vazgeçilen sadece A- planından B- planına geçiştir. Köklü değişim aslında AB’de yaşayan Alevilerin çabası ve siyasal konjüktüre bağlı. AB, üretim ilişkileri, Pazar, Nato, yüksek teknolojili silah üretimi, Dünya Bankası... gibi politikalarda köklü değişikliğe gitmediği gibi sürekli sosyal devlet yapısından uzaklaşıyor. Kemer sıkma politikaları, halkın refah durumunu günden güne olumsuz şekilde etkilediğinden AB’nin her tarafında halk huzursuz ve sisteme tepkili. Bu tepkilerin Yunanistan’da seçim sonuçlarına nasıl yansıdığı açıkça görülüyor.
AB, kendi içinde içten içe kaynıyor. Batı’nın BOP projesinde A- planından B- planına geçiş halkı sadece ve sadece kısa vadeli bir oyalamadan ibaret. Çıkarılacak olan İslam yasaları da bu kısa süreli oyalamaların bir parçası olarak görülmeli. AB, tıpkı soğuk savaş döneminde tehdit olarak gördüğü Doğu bloğu sistemine karşı halka önemli rahatlatıcı reformlar sunmadığı sürece AB’yi ya Yunanistan’da olduğu gibi reformist sol, ya da Fransa’da ve Avusturya’da yükselişe geçen ırkçı sağ hareketlerin egemen olacağı bir tehdit bekliyor. Doğru yöntem ise BOP’un A- planı yerine B- planı değil, BOP projesinin toptan çöpe atılıp köklü reformlara yönelmekten geçiyor. Avusturya, bir AB ülkesi olduğundan bu politikalar burayı da kapsıyor.
Avusturya, Aleviliği resmi olarak tanıdığından kısa ve orta vadeli bir takım sosyal ataklar yapabilir. Ancak Aleviler pek çok açıdan İslam topluluğu içinde fazla etkin değiller. Daha önce de değindiğimiz gibi sayısal oran, sermaye birikimi, donanımlı taban açısından önemli bir sınavla karşı karşıyalar. Ayrıca genelde Ehli Beyt endeksli köylü – göçebe Türk kesimlerin inancı olan Alevilik, kentleşmeye henüz istenilen oranda uyum sağlamış değil.
Kentleşen Alevilik, kendi içinde de ciddi bir değişim yaşıyor.
Bu değişimleri şöyle sıralayabiliriz.
· Aleviler köylerde yaşarlardı, şimdi kentli oldular,
· Her Alevi Ailenin geriye dönük yüzyıllara dayanan özel inanç önderleri (Pir, Mürşit, Rehber) vardı, kentlerde bunların yerine kurumdal yerlerde Dedeler Kurumu geldi.
· Dedeler, Ocak geleneğinden geliyorlardı, kent örgütlenmesinde (Dernek, Vakıf) bu görevi sivil toplum örgütleri üstleniyor.
· Dede geleneğinde Dede- Talip arasında kutsal ‘’İkrar’’ yani sözleşme (ahid) vardı, kent modelinde bu yok.
· Alevilerin geniş kesimlerinde yol kardeşliği (Musahip) ve yol arkadaşlığı Kirve’lik vardı, kentte bu çok zayıfladı.
· Köy Alevileri evlilikleri kendi içinden yapıyorlardı, kentlerde Alevi olmayanlarla da evlilikler yaşanıyor.
· Dede, kendi talibinin evine kendi evi gibi gidip kalabiliyordu, kentlerde bunun koşulları yok.
· Köy Alevilerinin tümü bir şekilde kendi inanç ve gelenekleri ile yaşıyordu, kentlerde kurumsallaşan Alevi sayısı çok düşük.
· Her Dede, kendi talibini ailece iyi tanıyordu, kent Alevi Dedeleri, kurumlara gelenlerle bu boyutta alakalı böyle değil.
· Köy Alevileri ailece bir Dede’ye bağlıydılar, değişik kentlere göç edenler kuruma gelen Dedelerle görüşüyorlar. Hatta aynı kente göç eden Aleviler burada farklı farklı kurumlara gittiğinden, farklı farklı Dede ile niyazlaşyorlar.
· Dede nesiller boyu bir ailenin Dede’si olurdu, kent modelinde Dedeler seçimle geldiğinden örneğin 2 senede bir seçimlerle yenileniyorlar. Yönetime (Dedeler veye İnanç Kuruluna) seçilmeyen Dedenin sorumluluğu sona eriyor.
· Dede tüm aileyi evinde bir araya getirir öyle gülbank (dua) verirdi, Kentte ise sadece kuruma gelenlere hizmet veriyor,
· Dede, her sene en az bir defa Talib’ini evinde ziyaret eder, hal’ine bakardı, kentte böyle bir durum yok.
· Köy ilişkileri ailenin tümünü kapsıyordu, kentte bu durum yok.
· Köyde Dede /Talip ilişkilerinde rızalık – gönüllülük temelinde bağış ‘’Hakullah’’ vardı, kentte bu gelenek yok denecek kadar azaldı.
· Köyde Dede’nin bir miktar yaptırım gücü vardı, kentte bu durum neredeyse yok.
· Köyde insanların inaçlarını yaşama koşulları mevcuttu, kentte çok zayıf. Kimi dini gelenekler tarihe karıştı.
· Köyde çocukları sünnet etme yöntemi, düğünlerin dini biçimleri kentte değişti.
· Köyde Muharrem yasını sürdürme koşulları farklıydı, kentte bunlar önemli ölçüde değişti. Örneğin köyde Muharrem yası tutanlar yas boyunca yıkanmaz, traş olmaz, ayna kullanmaz, kentte bunları sürdürmek imkansız hale geldi.
· Köy ile kent inanç gelenekleri arasındaki farklılıklar ciltler dolusu kitapları kapsayacak kadar değişti.
Kısacası köy ile kent dini uygulamaları toptan bir değişime uğradı. Kentte yaşıyanlar köy geleneklerinden önemli ölçüde koptular. Bu Aleviliğin çok boyutlu olarak ritüel değiştirdiğinin göstergesi. Dolayısı ile kentlerde yaşanan uygulamalar arasında da göreceli farklılıklar oluştu. Bu farklılıkların git gide açı büyüttüğü görülmektedir.
Bu gelişmeler ortaya birkaç farklı Alevilik modellerinin çıkmasının koşullarını doğurdu. Bütün bunların yanında Alevilik tanımında da farklılıklar ortaya çıktı. Aleviliğin İslamın içi /dışı görüşü bu farklılıklardan en önemlisi olmakla beraber, köy Aleviliği kendini tanımlarken çok daha dar bir alanda iken, kentte farklı ritüellerle tanıştığından onları da benimsemek, kısmen içselleştirmek durumunda kalındı. Örneğin köy Kızılbaş Alevileri, kentte Arap Alevileri ile tanıştılar. Ritüeller arasında büyük farklılıklar görüldüğünden Alevi tanımı yapılırken bu kesimi dışlamayan bir tanıma yöneldiler. Bütün bu harmanlamalar ortaya daha zengin, daha ayrıntılı, daha kapsayıcı, daha töleranslı bir bakış açısını zorunlu kıldı. Çeşitli coğrafyalardan bir araya gelmiş Alevi topluluklar, gelecekte inançlarını bu coğrafyalardan gelen insanları kapsayacak durumda sürdürmek zorundalar. Özellikle ortak mekanlarda bir araya gelen Aleviler, inanç önderleri arasında sadece Seyyid olan Dede’yi değil, onun yanında Mevlevi Şems kanadı Dede’lerini ve Bektaşi Baba’ları ile Arap Alevilerin inanç önderleri olan Şeyh’leri de bir arada görmek, dinlemek, telkinlerini önemsemek durumunda kalacaklar.
Avusturya’da tanınan Alevilik, tüm bu farklılıkları kapsayacak şekilde kabul edildi. Halbuki dünyada daha önce resmi olarak tanınan Alevilik Suriye’de Arap Alevilerini, Lübnan’da Şii ve Arap Aleviliğini kapsayacak şekilde, Makedonya’da Bektaşiliği öne alacak şekilde tanınmıştı. Bütün bunların yanında diğer bazı AB ülkelerinde veya Eyalet düzeyinde tanınan Alevilik ise İslam şemsiyesi altında değil, kendine özgü bir tanım olarak kabul görmüştü. Bu kendine özgü kabul, İslamı red etmemekle beraber onun şemsiyesi altında değil, ondan etkilenen, bazı yanlarını inancının içine alan bir inanç olarak tanımlanmıştı.
Aleviliği kendine özgü tanımlayan bazı Alevi kuruluşları kendilerini İslam dışı olarak tanımlarken bir kısmının web sayfalarında ise hem İslam içi, hem İslam dışı olarak 2 ayrı tanımı yapıyor ve her ikisini birlikte kabul ediyordu. Bu her iki tanımı da kabul eden Alevilik şekli ilginç ve geleneksel teolojik tanımların dışında olmakla birlikte ağırlıklı olarak siyasal tercihler nedeniyle yapıldığı açıkça görülmektedir.
Avusturya’da tanınan Alevilik ise bu açıdan yeni ve dünya da ilktir. Aleviliği İslamın içinde gören Suriye, Lübnan, Makedonya örnekleri kapsayıcılık açısından geniş değildir. Örneğin Suriye ve Lübnan tanımları Bektaşiliği ve Mevleviliği kapsamıyor, bu ekolleri Sufi, dost, yakın anlamına gelecek şekilde değerlendiriyordu. Aynı durum Makedonya Bektaşiliği içinde geçerli. Burada kabul edilen tanımın da merkezinde Bektaşilik bulunmakta, diğer ekoller öne çıkarılmamaktadır.
Avusturya’da tanınan Alevilik tüm bu ekollere hem tanım içinde yer vermekte, hem de oluşturulan /oluşturulacak İnanç Kurullarında bu ekollerin kendilerini ifade etmelerine de olanak sağladığı için dünya da ilktir. Avusturya devleti tanıma uygun olarak tüm ekolleri görmek istediğinden, inanç ve ifade özgürlüğünde çıtayı diğer ülkelerde bilinen tanımların üstünde tutmaktadır. İçi doğru temelde doldurulduğu takdirde bunun Avusturya’ya ciddi bir prestij sağlayacağı, Avusturya’nın da tanımlara uygun sosyal ve politik çizgi izleyeceği, uluslararası platformlarda elinin güçlü olacağı görülmelidir. Avusturya bin yıllık bir devlet geleneğinden geldiği ve bir İmparatorluk mirası devr aldığı, soğuk savaş döneminde doğu- batı arasında bağlantısızlar içinde kalarak her iki tarafın bürokrasisini iyi kavradığından oldukça rahat ve kararlı hareket etmektedir. Bütün bunlardan dolayı Avusturya, AB içinde bir misyonu temsil etmekte, ve AB, birçok karmaşık konuyu önce Avusturya’ya havale edip onun politik manevralarına baktıktan sonra harekete geçmektedir. Bundan dolayı Aleviliği her ne kadar Avusturya resmi olarak tanımış ise de arkasında güçlü bir AB lobisinin olduğunu göz ardı etmemek gerekir.
Aleviliğin Avusturya’da tanınması deneyimi başta Almanya olmak üzere pek çok AB ülkesini de harekete geçirdi. Diğer AB ülkelerinde her ne kadar BOP projesi A- planı gereği ‘’Alevilik İslam Dışıdır’’ tanımına paralel olarak Alevilik ‘’Kendine özgü’’ biçimde tanındı ise de son gelişmeler, bu tanımları yumuşak geçişle B- planına uygun ‘’Alevilik İslam İçidir’’e doğru evirmektedir. Bunun son örneği Almanya /Hamburg Üniversitesinde Ekim 2015’de Alevilik eğitiminin verileceği kararıdır. Bu gelişmeden de anlaşılıyor ki Almanya (ve doğal olarak pek çok AB ülkesi) BOP projesi A- Plannından B – planına geçmektedirler. Zaten batı eğer bir plan değişikliğine gitmişse bunun tek ülke ile sınırlı olmayacağı, değişikliğin krize yol vermeden ortak çıkarları dikkate alacak şekilde seyredeceği görülmelidir. ABD’nin bir süredir Suriye politikasını değiştirdiği, Şii İran ile gerilimli politikalarında yumuşamaya gittiği, pek çok AB ülkesinin de ABP’nin peşi sıra politikalarında değişim sinyalleri vermekte oldukları görülmektedir.
Bütün bu olgular eşliğinde Avusturya’da tanınan Alevilik, geleneksel köy anlayışı değil, içerik olarak geleneksel tanıma uygun (İslam içi, 12 İmam yanlısı) bir Alevilik olmaktadır. Yeni bir model olarak ileride nasıl şekil alacağı henüz belirsizlikler içermektedir. Bunun hem artıları, hem de eksileri vardır. Artıları vardır çünkü ileride yanlışlıklara sürüklendiğinde – elimizde kent Aleviliği modeli yoktu, hata yapmamız normal görülmeli- savunma hakkını verir. Eksileri vardır, çünkü elinde yararlanacağı bir model yoktur. Alevilerin Avusturya (ve AB ülkelerinde) inançlarına uygun şekilde İslamın felsefi, insani, akılcı, adalet gözeten yanlarından yararlanmaları, Avrupa’nın rönesans ve aydınlamacı yanlarından da faydalanarak çağdaş İslam modelini yaşama geçirme şansları vardır. Bu modelin gelişmesi ve yaygınlaşması aslında Avrupa’ya ciddi bir rahatlama ve fayda sağlayabilir. İnsanlığın aydınlanmacı yanlarına katkı sunabilir. Alevi inancının kendisinde bu potansiyel zaten vardır. Burada belirleyici olan Avrupa’nın bu modeli benimsemesi ve manevra alanı sunmasına bağlıdır. Sünni körfez Emirlikleri ve onların beslemesi çevreler ile yapılan çıkara dayalı yaklaşımlar Avrupa’da maalesef İslamın terör ile birlikte anılmasına yol açacak sonuçlar doğurdu ve Avrupa yumuşak bir geçişle bu kamburdan kurtulmaya çalışıyor. İslam kartını kullanan terör örgütleri de bu kamburdan kurtulmak için gereken önyargı ve olumsuz algıyı oluşturmuş vaziyette.
Avusturya çizgi değişikliğine giderken doğal olarak yumuşak geçişi tercih edecektir. Bu geçişte İslam ile terör örgütlerini bir birlerinden kalın hatlarla ayırıp İslam için saygın terimler kullanırken, terör örgütlerine ise sınırlama getireceğini yüksek sesle açıklamaktadır. Ve bunun yolunun da mevcut İslam yasasında yapacakları değişiklikler ile sağlayacağını beyan etmektedir.
Avusturya bu değişiklikleri yaparken aktif rol almaktan da kaçınmamaktadır. Terörün uluslararası bir sorun olduğunu beyan eden Dışişleri Bakanı Kurz, kararlılığını göstermek için bu hafta içinde Irak’a kadar gitti. Terör uluslararası sorun olarak görüldüğüne göre yaptırım ve terörle mücadele de uluslararası boyutta olacaktır. Bu boyutun içinde Türkiye’nin de girmesine çalışılacağı, en azından Suriye’deki terör örgütlerine desteklerin kesilmesi baskı yapılabilecektir. Türkiye bu noktada giderek yalnızlığa itilmekte, teröre destek sunan ülke olarak ileride önüne konacak kartların biriktirilmekte olduğunu görmek istememektedir.
Bugün dünyada güç dengeleri teröre destek sunan ülkelere 2 ayrı dayatmada bulunmaktadır. Bunlardan biri, teröre destek bilgilerini demoklesin kılıcı gibi sallayarak o ülkeden sınırsız tavizler koparmak, diğeri de hizaya getirmediği ülkeleri önce ekonomik, sonra ambargo, daha sonra da operasyonel uygulamalarla uluslararası hukuk önüne çıkarmaktır. Batı, Türkiye’yi ‘’Moskova - Pekin’’ eksenine itmemek için şu anda aktif dış baskı politikası sürdürmek yerine, müzakere ve izolasyon kartlarını kullanmaktadır.
Ve bütün bunların yanında islam coğrafyası mezhep savaşları ile maalesef birbirini tüketmekle meşguldür. İslam kartvizitli terör örgütleri, sömürülen, mazlum halkarın bölgede ittifak yapabilecekleri tüm kesimlere düşmanca saldırılar düzenleyerek git gide yalnızlığa doğru sürüklenmekte, geride yıkılanları tamir edecek barış yanlısı kesimlerin önüne ittifakları zorlayıcı faturalar koymaktadırlar.
İslami coğrafyanın aydınları gelecekte tüm bunları değerlendirken ‘’Bizimkiler nasıl bu kadar büyük hatalar yaptılar? Aydınlarımız yok muydu?’’ diyerek İslam içinde şiddetle ihtiyaç duyulan AKIL konusunu ciddi bir şekilde irdeleyeceklerdir.
Kazım Balaban
3. 2. 2015 Viyana
Not : Yazı dizimiz içinde yer verdiğimiz İslami çevreler içinde şiddeti red eden, sağduyulu, kul hakkına riayet eden çok geniş bir kesim vardır ve ana unsur teşkil eden bu kesimler, söz konusu gelişmelerden memnun değillerdir. Ancak çoğunluk olmalarına rağmen karar mekanizmalarında etkin olamadıklarından genel vitrin içinde fazla göze çarpmamaktadırlar.
☾☆ Avusturya'da Çıkan Yeni İslam Yasası ve Aleviler (Tüm Bölümler) ☾☆
☾☆ BİZE GÖNDERİN PAYLAŞALIM: etkinlik@tdtkb.org ☾☆
______________________________________________________